Hacı Hasan Efendi (ks)

Doğumu: Kayseri-Yahyalı, H.1299 / M.1914

Vefatı: Kayseri –Yahyalı, H.1372 / M.1987

 

Şemâili

Orta boylu, buğday benizli, kaşları hilal gibi, alınları pırıl pırıl, lâtif bir simaya sahip idi.

Hacı Hasan Efendi (k.s.) 1914’de (H. 1339) Kayseri’nin Yahyalı İlçesi, Kavacık Mahallesi’nde dünyaya gelir. Büyük dedesi seyyidlerden Hacı Osmanzâde, dedesi Hacı Ahmed Efendi, babaannesi de Halime Hanım’dır. Babaları, Erbilli Muhammed Es’ad Efendi Hazretleri (k.s.)’nin halifesi Mustafa Hulusi Efendi, anneleri de Baba Hocalardan H. Mehmed Hoca’nın kızı Ayşe Hanım’dır. Her iki yönden, Peygamberimiz (s.a.v.)’in nur nesline dayanan asil bir ailedendir.

Çocukluk Dönemi

Yakînen tanıyanların ifadesine göre, üç yaşında, başından geçenleri hatırlayacak kadar keskin bir zekaya, ruhunun derinliklerinde taşıdığı ulvî seciye ve yüksek karakteri aksettiren bir olgunluğa sahipti. Kötü söz duyulmazdı ağzından. Kimseyle dövüşüp çekişmez, kötü ahlâk sâhibi çocuklarla oynamazdı. Arkadaşlarıyla oynarken dizdiği taşlarda bile bir düzen, bir intizam bulunurdu. Altı-yedi yaşlarında mahallenin yakınındaki Devekayası denen bir taştan düşüp ayağı kırıldığında duygularını şu dörtlüklerle dile getirmiştir:

Tıfl iken cezbe buldum

Musibetle ibtilâ oldum

Şükür olsun sabır kıldım

Hamdimiz Mevlâya olsun

 

Cesedim kayadan düştü

Ciğerim yandı tutuştu

Mürşidim geldi yetişti

Hamdimiz Mevlâya olsun

 

Sabi idim sabreyledim

Her daim şükreyledim

Allah’tan hediye bildim

Hamdimiz Mevlâya olsun

 

Gençliği

On dörtte vurdular mânevî aşı

Durmadan akardı gözümün yaşı.

dizeleriyle başlayan şiirlerinden anlaşıldığına göre, on dört yaşında babalarından ders alarak fiilen tasavvuf yoluna girerler. Dersler... Zikirler... Sohbetler...

Kılavuz Hafız isimli bir arkadaşı can dostudur. Her dem beraberdirler... Allah için sevmenin, O (c.c.)’nun için dost olmanın örneğini sergilerler. Mustafa Hulusi Efendi’yi, maddi anlamda bir baba olmaktan öte, mânevî bir baba, bir önder olarak çok sevmişlerdi. İkaz anlamı taşıyan ciddi bir üslupla, “Hasan!” dese, gayretinden bayılacak gibi olurlardı.

Giyim, kuşam ve temizlik konusunda da son derece dikkatliydiler. Dışlarında da içlerindeki gibi bir düzen ve tertip hakimdi. Bir süre, zamanın âlimlerinden Mustan Hoca Efendi’nin fıkıh derslerine katılırlar. Oldukça zeki ve kabiliyetlidirler. Bir gün Kılavuz Hafızla birlikte Adana’ya giderken başlarından şöyle bir olay geçer:

Akşam üzeri Niğde hudutlarında bir köye ulaşırlar. Gece orada misafir kalmaları gerekir. Akşam ezanı sırasında köyün camiine giderler. İmam, her şeyi en iyi kendisinin bildiğini zanneden, herkese tepeden bakan bir adamdır. İmam, ezanı okuyup inerken, avluda bekleyen tanımadığı gençleri görünce duraklar. Tuhaf tuhaf yüzlerine bakar. Sonra da “İn misiniz, cin misiniz?” der gibi, “Necisiniz?” diye sorar. Bu garip davranışa Hadis-i Şerif’le cevap verir Hacı Hasan Efendi“Mü’minin ferasetinden sakınınız! Çünkü o, Allah’ın nuruyla nazar eder.” Hoca beklemediği bu cevap karşısında şâşkına döner fakat inadından vazgeçmez. İllâ bilgiçliğini ortaya koyma veya karşısındakini mat etme çabasındadır. Akşam misafir oldukları evde, köylülerin yanında yine sataşır imam. Sigaranın hükmünü sorar ve imtihan eder aklınca. Fakat aldığı anlamlı cevaplar karşısında, daha fazla rezil olmamak için çareyi kaçmakta bulur. Ve Efendi Hazretleri bu olayı -daha sonra hikaye ederken- tevazuen Yunus Emre’nin aşağıdaki mısralarıyla yorumlarlar:

Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere

Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu

Evlenmesi

Babaları Şeyh Mustafa Efendi, Adana yöresinden Ali Hoca isimli bir ilim talibi ile Yahyalı’da, Yahya Efendi Medresesi’nde tahsil görürler. Ali Hoca çok saygı duyduğu Mustafa Efendi ile akraba olmak ister ve Şeyh Mustafa Efendi’nin kitabının arasına bir kağıt bırakır. “Kızımı, oğlun Hasan’a vermek istiyorum.” yazılıdır kağıtta. Konu aile meclisinde konuşulur. Fiziki cazibesi, edebi, ahlâkı ve asaleti sebebiyle Hacı Hasan Efendi (k.s.)’ye kızını vermek isteyenler çoktur. Ancak Mustafa Efendi, Meryem Hanım’ı oğluna alarak, onu, göçebe hayatın zor şartlarından kurtarmak istemektedir. Anneleri de uygun görür. Böylece evlilik kararı verilir. Fakat Ayşe Hanım, kıymetli evladının mürüvvetini göremeden, düğünden altı ay önce vefat eder. Edeb ve haya timsâli muhtereme Hanım, ileride Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretleri (k.s.)’nin de ziyaret edeceği Yahyalı Derebağ Kasabası’nda medfûndur.

Diğer taraftan Ali Hoca kızını bizzat kendisi getirir. Birkaç ay nişanlılık döneminden sonra düğün yapılır. Çeyiz eşyası; bir yorgan, halı, heybe, yastık ve birkaç parça kabdan oluşmaktadır. Halen hayatta olan; üç erkek, dört kız evladı bu evlilikten olmuştur.

Askerliği

1939 yılında askere giderler. İlk durak Adana-Dörtyol. Kışlaya teslim olmadan önce Sami Efendi Hazretleri (k.s.) ile görüşüp dualarını alırlar. Dörtyol’da ricâlullahtan Fırıncı Mehmet Efendi ile tanışırlar. Askerlik yaparken bile mânevî hizmetlerden geri kalmamışlardır. Zaman zaman komutanlarından izin alınarak camilere vaaz u nasihata götürülür, dua ettirilir, cemaat içinden ağlayanlar, inleyenler, bayılanlar olur.

O sıralarda Sami Efendi Hazretleri (k.s.)’ne kutbiyet makamı verilir. Hacı Hasan Efendi (k.s.) bunu mânen hissedip beyitler yazar.

Daha sonra İstanbul Yalova’ya dağ

ıtım yapılır. Askerliği boyunca inancından taviz vermemiş, herkesle güzel geçinip takdir toplamışlardı. Hacı Hasan Efendi (k.s.) hiç izin kullanmadan askerliğini bitirirken, komutanlarına atfen yazdığı veda şiirini okuyunca; komutanları böyle bir askerden ayrılmanın üzüntüsünü yüreklerinde derinden hissederler.

Memleketine dönüşünde büyük bir sevinçle karşılanır. Derin sevgilerini ifade eden şiirler yazar sevenleri.

İlim Tahsili

Dinî eğitimin yasak olduğu dönemlerde Muhterem babaları: “Evladımı yeterince okutamadım.” diye hayıflandığı zaman zevceleri: “Üzülmeyin Üstâdım! Ben O’nu Fahr-i Kâinat (s.a.v.)’ın mübarek dizinin dibinde, kitabını koymuş okurken gördüm.” der.

Fıtratında yaratılıştan gelen bir ayrıcalık, âşk ve rikkat vardı. İstanbul’dan Es’ad Efendi Hazretleri’ni ziyaretten dönen babalarını yoğun bir kalabalıkla birlikte karşılarken büyük bir heyecan ve feyiz hissederler. Akan gözyaşlarını gizlerler, kırk yaşındaki insan gibidirler sanki. On-on iki yaşlarında annesi onun yanında rastgele konuşmaktan çekinmeye başlamıştır.

Yaylada iken bir rüya görürler. Uyanınca ilk sözleri, “Babacığım, kutb-u cihân, gavsü’l-âzâm kime denir?” olmuştur. Hayal dünyası, evliyâullahın hasreti ve muhabbetiyle doluydu. Anne ve babasının mânevî sohbetlerinden ve zikir meclislerinden hiç ayrılmazlardı.

Mânevî Emanetin Verilmesi

Sami Ramazanoğlu (k.s)’nun Kayseri’nin ilçesi Yeşilhisar ve şifalı suyun bulunduğu içmeceye teşriflerinde babaları Şeyh Mustafa Hulusi (k.s.), kayınpederleri Ali Koca, Hasan Efendi ve Kılavuz Hafız’la kendilerini ziyarete giderler. Yolda babaları vazifelerini sorar; hepsi tek tek derslerini anlatır. Hacı Hasan Efendi (k.s.) ise: “Ben halimi Üstâdımıza arz ederim.” buyurur. Ziyaret esnasında, yolda geçen bu hadise Sami Ramazanoğlu (k.s)’na anlatılınca, Hacı Hasan Efendi ile özel bir görüşme olur. Sami Razamazanoğlu (k.s.), Şeyh Mustafa Efendi (k.s.)’ye: “Mustafa Efendi! Hacı Hasan Efendi’ye icazet veriyorum, bundan sonra ihvânın derslerini sormaya, vazife vermeye kendilerini tayin ediyorum.” buyururlar. Bu icazetin ardından Hacı Hasan Efendi çok ağlar. Babaları sebebini sorunca: “Baba, bana sizin irtihâliniz ilham oluyor.” buyururlar. Hakikaten de öyle olur. Bu hadiseden on üç gün sonra bir Cumartesi günü Fecr suresinin 27-30. âyet-i celîlerini okuyarak Rabbimize kavuşurlar. Hacı Hasan Efendi (k.s.)’nin icazet aldığı tarih 1939’dur.

Kadirî icazetnamesini de yine aynı mevkide Yeşilhisar’ın şifalı sularının bulunduğu İçmece’de (1965) alırlar. Bununla alakalı bir hadiseyi Hacı Hasan Efendi şöyle anlatırlardı: “Efendimiz bizi çadırlarına aldılar. Hasan Efendi! Abdülkadir Geylani (k.s.)’nin emriyle yazılan Kadirî icazetnâmeniz budur, sizi de bu hususta vekil tayin ediyorum. Kadınlar 5OO, erkekler 1000 tevhid okusunlar. Her yüz tevhidde bir defa da ‘Muhammedu’r-Rasûlullah’ desinler.” şeklinde ifade ettiler. Üstâdımız bize: “Efendimize inanmıyor mu idik ki Kadirî icazetlerini gösterdiler? Böyle bir emir geldi deseler, biz yine inanırdık,” buyurdular. Hacı Hasan Efendi bu hadiseyi hatırladıkça, “Acaba teslimiyetimizde mi bir eksiklik var?” diye üzülürlerdi.

Halkı irşâd için de Sami Ramazanoğlu (k,s.), “Üç ihlâs-bir fatiha oku, ruhlara gönder Hasan Efendi.” buyururlar. Cami, vesair yerlerde yapmış oldukları vaazlarında binlerce kişi hakikatı görür.

1955 yılında Adana Şeyhoğlu Camii’nde, Ramazan-ı Şerif’teki vaazlarında cemaatin on bin kişi olduğu; fellahların imânâ geldiği, fuhuş mahalline giden kadınların tesadüfen Hacı Hasan Efendi (k.s.)’nin vaazlarını işitip oldukları yere, ağlayarak yığılıp kaldıkları, “Allah’ım bizi affetmez mi?” diyerek o dönemde Adana’nın müftüsü olan Abdullah Develioğlu’na müracaat ettikleri anlatılmaktadır. Abdullah Develioğlu da şöyle nakleder: Ben, “Mustafa Efendi! Hasan Efendi’yi okutmayacak mısın diye pederlerine sorduğumda: ‘Biz onu mânen okutuyoruz.’ demişlerdi. Binlerce insanın irşâdını görünce hakikatı anladım.”

Adana’daki vaazlarında Üstâdımız, mütevazı bir şekilde sağ taraflarından Peygamberimiz (s.a.v.)’in tuttuğunu, sol taraflarından da Sami Efendi (k.s.)’nin tuttuğunu düşünerek giderler, daha yürürken gözyaşlarını tutamayanlar çok olur. Kürsüye çıktıklarında kendileri de cemaat de on dakika kadar ağlar. Hacı Hasan Efendi’nin gördüğü ancak bâşkalarının ise görmedikleri bir zat da, “İftihar etme Hasan efendi, aman!” der ve kaybolur. Sami Ramazanoğlu (k.s.) o günlerde, “Adana’da çok feyz var.” buyururlar.

Son anlarında Hacı Hasan Efendi yakınlarından birine, “Her hoca bizi dinliyor, sebebi nedir bilir misiniz?”sorduklarında, “Hayır Efendim, bilmiyoruz” cevabına mukabil: “Bize harflerin talimini Peygamberimiz (s.a.v.)öğretti.” buyururlar.

Nakşî ve Kâdirî tarîkatlarından icâzetli olan Hacı Hasan Efendi (k.s.), bu vesikaların yanında iki lütfa daha mazhardırlar. O da mahviyyet ve mahfiyyet. Mahviyyet, gönülden Allah’tan bâşka şeylerin silinmesidir. Mahfiyyet ise; gizliliktir. Enbiyadan biri vahyi rüya yoluyla alır. Mevlâmız bir altın tası gizlemesini o Nebi’ye emreder. Ne kadar gizlese de tas ortaya çıkar. Sebebini sorunca Allah (c.c.): “Bu, güzel amellerdir; kişi ne kadar gizlese yine zahir olur.” buyurur. Hacı Hasan Efendi de aynı şekilde kendini gizler, zahiri iltifatlardan hoşlanmazlardı. Medine-i Münevvere’den, Mersinli Yusuf Amca’dan hediye gelir. Üzerinde Yahyalı Nakşî halifesi “Hasan Efendi’ye verilecek.” yazılıdır. Hacı Hasan Efendi: “Ne halifesi, biz Cenab-ı Hakk’ın en aciz kuluyuz.” diye ifade ederler. (1976) Sami Efendi, “Medine-i Münevvere’de Nakşî halifelerinden Hasan Efendi dua buyuracak.” dediklerinde, daha sonra Hacı Hasan Efendi bu anı anlatırken, “Nakşi halifesi dediklerinde haya ve utancımdan sanki belkemiğim sızladı.” buyurmuşlardı. Kendilerini hiçbir şeye layık görmezlerdi. “Mânevî iltifatlara da layık değildik ama Cenab-ı Hakk lutfetti.” buyurmuşlardı.

Sami Ramazanoğlu (k.s.), Hacı Hasan Efendi (k.s.)’ye, 1978 yılında, mümtaz bir topluluğun huzurunda üç defa, “vekilimsin” derler. Medine-i Münevvere’ye hicretlerinde de yakınlarına, “Hasan Efendi’yi her beldeden grup grup ziyaret etsinler. O bir beldeye gelirse sohbetine iştirak etsinler.” buyururlar. 1980 yılında Hacı Hasan Efendi umreye giderler. O günlerde Sami Ramazanoğlu (k.s.)’nu ziyaret etmek için pek çok kişi müracaat eder ancak kimse izin alamaz. Hacı Hasan Efendi ziyaret arzusunu söyleyince kabul buyrulur. Hacı Hasan Efendimiz(k.s.)’e pek çok ikramlar yapılır. Ayrılacakları zaman üç defa müsafaha ederler. Her defasında Hacı Hasan Efendi geriye doğru çekilirken Sami Ramazanoğlu (k.s.), Hasan Efendi tekrar musafaha edelim, buyurur. Her defasında “vekilimsin” derler. Damatları Ömer Kirazoğlu, “Bu iltifat hiç kimseye yapılmadı, siz sevinmiyor musunuz?” deyince, “Ömer Bey! Kusurlarım gözlerimin önüne geliyor.” buyururlar.

İrşad ve Hizmetleri

Askerlik dönüşü bir taraftan geçimlerini levha yazarak temin ederken bir taraftan da mânevî hizmetlerine devam ederler. 1946’da yanlarında halaları olduğu halde, gemi ile hacca giderler. 93 gün süren bu hac yolculuğu sonrasında da âşk ve şevk dolu hizmetlerine devam eder. 1955 yılında Adana Şeyhoğlu Camii’nde iki yıl üst üste vaaz etmişlerdi. Daha sonra bu vaazlar; Ceyhan, Kozan, Niğde, Develi gibi çevre yerleşim merkezlerinde devam etti. Bir ara Yahyalı’nın Yerköy köyüne yerleştiler. İrşâd niyetiyle dört yıl kadar burada kaldılar. Köyde daha önce bir kaç kişi namaz kılarken; Üstadımız’ın irşadlarıyla birlikte; kadın-erkek, çocuk-genç bütün köy halkı namaza başlamıştı. Ayrıca kendi beldeleri Yahyalı’da 10 yıla yakın fahri vaizlik yaparken, bir taraftan da tasavvufî sohbetler devam ediyordu. Vaazını dinleyen, sohbetinde bulunan nice insanlar, haşin, uslanmaz tabiatlarını değiştiriyorlar, hilm sâhibi bir insan oluyorlardı. Üstâdlarından aldıkları terbiye ile hayatta kimseyi incitmiyor, herkese faydalı olmak için çırpınıyorlardı.

Aile fertlerinden birisi şöyle anlatıyor: Çocukları yatırdıktan sonra gaz lambasının ışığında gece yarılarına kadar kitap okurlardı. Yatılı misafirleriyle candan ilgilenir, geç saatlere kadar sohbet, zikir, fikir, tefekkürle mânevî ziyafetler verirlerdi. Yakın akrabalarına çok ilgi gösterir, imkan nisbetinde ihtiyaçlarını giderirlerdi. Fukarayı gözetir, evde pişen yemeklerden tabak tabak komşularına gönderirlerdi. “Bir mahallede zengin varsa fakir yok, fakir varsa zengin yoktur.” buyururlardı. Nerede bir hasta var, mutlaka ziyaret eder, cenaze sahiplerine taziyede bulunmayı ihmal etmezlerdi.

Son derece temiz, düzenli ve planlı bir hayatları vardı. Dışardan gelen misafirler, eşraftan insanlar O’nda misafir kalırlardı.

Hastalığı ve İrtihâli

Cenab-ı Hakk sevdiklerine derdi çok veriyor; Efendi hazretlerinin de bir çok rahatsızlıkları olduğu halde hizmetlerini ihmal etmemeye çalışıyorlardı. Doktora ve ilaca başvurmakla beraber tabiî tedavi metodlarını uygularlardı. Romatizma için Ilgın, Haymân&aciracirc; ve Bursa kaplıcalarına giderlerdi.

1976’da şeker hastalığından ciddi bir şekilde rahatsızlandılar. Şeker 450’ye çıkmış; fakat Efendi Hazretlerinde davranışlar ve konuşma normaldir. Doktorlar hayret içinde: “Bu şekerle bu denge mümkün değil!” derler. 15 gün Ankara Numûne Hastanesi’nde tedavi görürler. Akın akın ziyaretler olur, hastalarda ve hasta bakıcılarında güzel değişmeler meydana gelir. 1982’de Ankara’da gözlerinden katarakt ameliyatı olurlar. 1984’den itibaren kendilerine sık sık şeker ve kalp tedavisi yapılır, zaman zaman hastanede yatarak tedavi görürler.

Tıp Fakültesi hastanesinde kalbinden rahatsız olarak yatarken, başına toplanan tıp öğrencilerine, ziyaretçilere ve hizmet eden hastane personeline sohbet etmeyi dinî öğütler vermeyi de ihmal etmiyorlardı.

Hastanede ziyaret edip de; serumlar, iğneler takılı bir vaziyette gören ve kendisini çok seven asker arkadaşı Dereköylü Ömer Amca gözyaşları içinde Cenab-ı Hakk’a yalvarır, derin bir samimiyet, coşkun bir muhabbetle:

“Allah’ım! Benim ömrümü al, Efendime ver. O’nu bu durumdan kurtar!” diye niyâzda bulunur. Ve ertesi gün Ömer Amca aniden beklenmedik bir şekilde vefat eder.

1987 yılı. Efendi Hazretleri Kayseri Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yoğun bakımdadır. Doktorlar her türlü imkanlarını kullanmışlar ancak fazla bir değişiklik olmamaktadır. Durumları kritik olduğu halde ısrarla hastaneden çıkmak istemektedirler.

Ve 27 Ocak 1987 yılı akşam saat 22.00.

Yatmakta oldukları bir ihvânın evinde, ellerini açarak, dudakları kıpırdayarak dünya hayatına veda ederler.

Acı haber derhal duyulur. Ertesi günden itibaren Türkiye’nin dört bucağından dalga dalga insanlar Yahyalı’ya akın eder.

Muazzam bir kalabalığın ve bir çok seçkin insanın katıldığı cenaze namazından sonra kendilerinin yaptırdığı Yahyalı Kavacık Mahallesi’ndeki Kalender Camii’ne defnedilirler. Allah cümle meşâyıh-ı kirâmın şefaâtlerine mazhar kılsın.

Silsilede emâneti Mahmud Samî Ramazanoğlu Hazretlerinden almıştır. “Kalemdâr” diye anılır.

Hacı Hasan Efendi (ks) Kitapları

Mavi Yayıncılık